PRATİK YABANCI DİL DİZİSİ-13
Örnek cümleler içinde kullanılış
ve Türkçe karşılıklarıyla
İNGİLİZCE 1
Deyimler
ÖNSÖZ
HAZIRLAMA KURULU
Şükrü MERİÇ Orhan ERCEM
Gordon JONES
Şunu öncelikle söylemeliyiz ki, bu kitap bir "deyimler sözlüğü" değildir.
Amacı, bir deyim dili olan İngilizceyi öğrenenlere İngilizce
deyimleri uygulamalı olarak ve örneklerle öğretmek, sindirmelerini
sağlamaktır.
Türkçede olduğu gibi İngilizcede de günlük konuşmalarda deyimler
çok kullanılır.
Elinizdeki kitapta İngilizcede en çok kullanılan deyimler yer almış
bulunmaktadır. Basit ve en çok kullanılandan, nispeten daha güç
ve daha az kullanılanlara doğru bir sıra izleyen bu deyimleri çalışırken
baştan başlamanızı ve bir defada çok sayıda deyim öğrenmek
yerine azar azar ezberlemenizi ve eski öğrendiklerinizi sık sık tekrarlamanızı
öneririz.
Deyimlerin kullanıldığı cümleleri de birçok kereler okumak suretiyle
bellemeniz çok yararlı olur.
Burada deyimlerin bazılarında bulunan "one's" sözcüğü üzerinde kısa
bir açıklama yapalım: "one" sözcüğünün, "bir" anlamından başka,
"biri, bir kimse, insan" anlamını da verdiği malumdur. "s" ile
mülkiyet ifadesi almış olan "one's" sözcüğünün verdiği anlam, "birinin,
bir şahsın, bir kimsenin" dir.
oturmak
Sit down, please.
Lütfen, oturunuz.
The old women sat down on the chairs and watched the soldiers.
Yaşlı kadınlar sandalyelerin üstüne oturdular ve askerleri seyrettiler.
They sat down in front of the church.
Kilisenin önüne oturdular.
We are always very polite to tourists.
If you want, you can sit down.
Biz turistlere (karşı) daima kibarızdır.
İsterseniz oturabilirsiniz.
to stand up
ayağa kalkmak
When the teacher comes in we stand up.
Öğretmen girdiği zaman ayağa kalkarız.
Please stand up.
Lütfen ayağa kalkınız.
She stood up when she saw me.
Beni gördüğü vakit ayağa kalktı.
içinde "one's" sözcüğü bulunan bir deyim cümle içinde kullanılınca
genellikle "one' s" yerine bir mülkiyet sıfatı kullanılır. Bu durumda
deyimdeki "one' s" buraya bir mülkiyet sıfatının geleceğini işaret etrniş
olmaktadır. Örneğin, to make up one's mind (birinin bir şahsın,
bir kimsenin kararını vermesi) deyimindeki "one's' yerine,
I make up my mind.
She makes up her mind.
cümlelerinde "my, her" mülkiyet sıfatları kullanılmıştır.
FONO
bakmak
She looked at her friend's new dress.
Arkadaşının yeni elbisesine baktı.
Don't look at me, look at your book.
Bana bakma, kitabına bak.
I was looking at the map when you came in.
Sen içeri girdiğin zaman ben haritaya bakıyordum.
What are you looking at?
Neye bakıyorsun?
to look for
aramak
My mother is looking for her bag.
Annem çantasını arıyor.
What are you looking for?
Ne arıyorsun?
They are looking for you.
Seni arıyorlar.
When are you going to look for a house?
Ne zaman ev arayacaksın?
to put on
giymek
Can't you put on
something else?
Başka bir şey
giyemez misin?
I will put on my new coat.
Yeni ceketimi giyeceğim.
Did he put on his brown overcoat?
Kahverengi paltosunu mu giydi?
otobüse (taksiye vs.) binmek
Do you take a bus every morning?
Her sabah otobüse mi binersiniz?
She sometimes takes a taxi.
0 bazen taksiye biner.
I don't take a bus in the morning. I go there on foot.
Sabahleyin otobüse binmem. Oraya yayan giderim.
We wanted to take a taxi, but we hadn't enough money.
Bir taksiye binmek istedik, fakat yeterli paramız yoktu.
8
to go to bed
yatmak
all right
pekâlâ, kabul, uygun, tamam
We go to bed at eleven o'clock.
Saat on bir'de yatarız.
Our neighbours go to bed early.
Komşularımız erken yatarlar.
Do your children go to bed late?
Çocuklarınız geç mi yatarlar?
What time do you usually go to bed?
Genellikle kaçta yatarsın?
to get up
kalkmak
I get up at seven o'clock every morning.
Her sabah saat yedide kalkarım.
Do you get up early?
Erken mi kalkarsın?
She got up late this morning.
Bu sabah geç kalktı.
He never gets up early.
O hiç erken kalkmaz.
All right, I will come with you.
Pekâlâ, sizinle geleceğim.
Will it be all right if I answer you tomorrow?
Sana yarın cevap versem uygun olur mu?
She can sleep here. It is all right with me.
Burada uyuyabilir. Bence uygundur.
All right, you can bring your friend.
Pekâlâ, arkadaşını getirebilirsin.
I think
zannedersem, kanımca, bence, galiba
I think we're late for school.
Galiba okula geç kaldık.
I think I left the front door open.
Galiba ön kapıyı açık bıraktım.
I think you don't love me any more.
Galiba beni artık sevmiyorsun.
11
to catch a bus (train, boat...)
bir otobüse (trene, vapura...) yetişmek
I have to catch the first bus every morning.
Her sabah ilk otobüse yetişmek zorundayım.
Did you catch the last train yesterday night?
Dün gece son trene yetiştiniz mi?
If you don't hurry up, you can't catch the boat.
Acele etmezsen vapura yetişemezsin.
to get back
dönmek, geriye gelmek
She got back from Ankara two days ago.
Ankara'dan iki gün önce döndü.
When did you get back from school?
Okuldan ne vakit döndünüz?
I will sit with you until
your blind friend gets back
from the cinema.
Kör arkadaşın sinemadan
gelinceye kadar seninle
oturacağım.
12
to get on
(bir taşıta) binmek
They get on the train at this station.
Trene bu istasyonda binerler.
She got on the tram.
Tramvaya bindi.
The old woman couldn't get on the bus.
Yaşlı kadın otobüse binemedi.
You can get on the bus at this bus stop.
Bu otobüs durağında otobüse binebilirsin.
to get off
(bir taşıttan) inmek
They get off the train at this station.
Trenden bu istasyonda inerler.
She got off the tram.
Tramvaydan indi.
The old woman couldn't get off the bus.
Yaşlı kadın otobüsten inemedi.
You can get off at the next stop. The station is very near.
Bundan sonraki durakta inebilirsiniz. İstasyon çok yakındır.
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun
olanını koyunuz.
going - at - to - for - on - on - stand - take - up - down - all - get - off
up
1. I have lost my pen. I am looking it.
2. What time did you go bed last night?
3. I think it's to rain.
4. You can go now. But you must back in time.
5. Hurry We must catch that bus.
6. May I look your pictures?
7. It's very cold. Put your coat.
8. Shall we a bus to the station or shall we walk?
9. Please take that chair and sit
10 right. You can go now.
11. What time do you get in the morning?
12. You must up when the teacher comes in.
13. If you get this bus, you can get to the station.
14. You can't get The bus doesn't stop here.
to get ready
hazırlamak, hazır olmak, hazırlanmak
Get ready soon, I'm waiting.
Çabuk hazırlan, bekliyorum.
Can you get the tea ready in five minutes?
Çayı beş dakikada hazırlayabilir misin?
Get ready for a big
surprise!
Büyük bir sürpriz için
hazır ol!
haydi
Come on! I can't wait all day.
Haydi! Bütün gün bekleyemem.
Come on and tell me more about it.
Haydi bana onun hakkında daha fazla anlat.
Come on and write the letter.
Haydi mektubu yaz.
Come on! Let's go to the cinema.
Haydi! Sinemaya gidelim.
ilk önce, önce
At first I thought you were a doctor.
İlk önce sizin bir doktor olduğunuzu sandım.
At first she couldn't understand the letter.
İlk önce mektubu anlayamadı.
At first she didn't know our names.
İlk önce isimlerimizi bilmiyordu.
At first I couldn't understand him.
İlk önce onu anlayamadım.
azar azar, yavaş yavaş
You can pay your debt little by little.
Borcunu yavaş yavaş ödeyebilirsin.
She must lose weight little by little.
Azar azar kilo vermeli (kaybetmeli).
Little by little, Peter grew stronger.
Yavaş yavaş Peter kuvvetlendi.
The tourists got used to Turkish food little by little.
Turistler Türk yemeğine yavaş yavaş alıştılar.
to wait for
(birisini) beklemek
I am waiting for John.
John'u bekliyorum.
She waited for me in the park.
Parkta beni bekledi.
Who are you waiting for?
Kimi bekliyorsunuz?
The students will wait for the teacher in the classroom.
Öğrenciler öğretmeni sınıfta bekleyecekler.
how much
kaç para, ne fiyatta
How much is this hat?
Bu şapka kaç paradır?
How much did you pay for your car?
Otomobilin için kaç para verdin?
How much did they ask for the overcoat?
Palto için kaç para istediler?
How much are these flowers?
Bu çiçekler kaç paradır?
17
to go to sleep
uyumak
Some people go to sleep in a bus.
Bazı kimseler otobüste uyurlar.
I could not go to sleep
because of the noise.
Gürültüden uyuyamadım.
I can't go to sleep with
the light on.
Işık yanarken uyuyamam.
of course
kuşkusuz, tabii, elbette
Of course he is a good teacher.
Şüphesiz iyi bir öğretmendir.
Of course I will study my lessons.
Şüphesiz derslerime çalışacağım.
Of course they like you more than me.
Şüphesiz seni benden daha çok severler.
Of course you can understand these.
Şüphesiz bunları anlayabilirsiniz.
18
to take off
çıkarmak
He doesn't take off his hat.
0 şapkasını çıkarmaz.
Robert took off his hat.
Robert şapkasını çıkardı.
I will take off my coat because it is hot here.
Ceketimi çıkaracağım çünkü burası sıcak.
Please take your shoes off before you come in.
Lütfen girmeden önce ayakkabılarını çıkar.
at all
hiç, katiyen
He is not a good man at all.
0 hiç (katiyen) iyi bir adam değildir.
I am not tired at all.
Hiç yorgun değilim.
Your friend is not clever at all.
Arkadaşın hiç akıllı değildir.
You aren't polite at all. You took my book without asking me.
Hiç terbiyeli değilsiniz. Kitabımı bana sormadan aldınız.
19
to come to an end
bitmek, sona ermek
The story came to an end.
Hikâye bitti.
The tea party came to an end early.
Çay partisi erken sona erdi.
The film came to an end unexpectedly.
Film ümit edilmedik şekilde sona erdi.
The holidays came to an end, and school began.
Tatiller sona erdi ve okul başladı.
at last
nihayet, sonunda
He caught the thief at last.
Nihayet hırsızı yakaladı.
He understood at last.
Nihayet anladı.
My friend waited for the nurse and at last she came.
Arkadaşım hemşireyi bekledi ve nihayet o geldi.
20
for weeks (days, years.,.)
haftalardır (günlerdir, yıllardır...)
They have been living here for years.
Yıllardır burada oturuyorlar.
I haven't seen my friend for days.
Arkadaşımı günlerdir görmedim.
It has been raining for hours.
Saatlerdir yağmur yağıyor.
I haven't eaten meat for years.
Yıllardır et yemedim.
by myself (yourself, themselves etc.)
kendi kendime (kendine, kendilerine, vb.)
I wrote the letter by myself. They did not help me.
Mektubu kendi kendime yazdım. Bana yardım etmediler.
Can he go there by himself?
Oraya kendi kendine gidebilir mi?
I think you answered the questions by yourself.
Sanırım soruları kendi kendine cevaplandırdın.
The boy ate his food by himself.
Çocuk yiyeceğini kendi kendine yedi.
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun
olanını koyunuz.
all - little - go - to - by - off - ready - at - weeks - first - on - for - how
of
1. How does the story come an end?
2. I have found my pencil last.
3. Did you finish the work all yourself?
4. Take your coat. It is hot.
5. I must get The guests will soon come.
6. She has been waiting the bus for 50 minutes..
7. come We shall be late for the concert.
8 much are these stockings?
9 to sleep at once. You must get up early.
10 course I believe you.
11. You can finish the work by little.
12. I couldn't understand the meaning at
13. I haven't seen him for
14. You don't understand me at
22
to get out
(kapalı bir yerden) çıkmak, defolmak, çıkarmak
Get out. I don't want to see you again.
Dışarı çık (defol) ! Seni bir daha görmek istemiyorum.
He is making too much noise. Tell him to get out.
Çok gürültü yapıyor. Söyle dışarı çıksın.
I shall get out if you don't want me.
Beni istemezseniz çıkacağım.
to catch cold
soğuk almak, üşütmek
If you don't put on your overcoat when you go out, you will catch
cold.
Dışarı giderken paltonu giymezsen üşüteceksin.
I caught cold.
Üşüttüm. (Soğuk aldım.)
The weather was fine but the old man caught cold.
Hava güzeldi, fakat yaşlı adam üşüttü.
When you catch cold you must go to bed and rest.
Üşüttüğün zaman yatmalı ve istirahat etmelisin.
by mistake
yanlışlıkla, bilmeden
I took your glass by mistake.
Bardağınızı yanlışlıkla aldım.
He took the wrong bus by mistake
Bilmeden yanlış otobüse bindi.
You took the wrong
pills by mistake.
Bilmeden yanlış hapları aldın.
(bir yer) ... li olmak
I come from Texas.
Ben Teksaslıyım.
Where do you come from?
Sen nerelisin?
Mr friend comes from California.
Arkadaşım Kaliforniyalı.
They come from London, but I come from Birmingham.
Onlar Londralı, fakat ben Birminghamlıyım.
24
one by one (two by two...)
birer birer (ikişer ikişer...)
You can carry these chairs two by two.
Bu sandalyeleri ikişer ikişer taşıyabilirsin.
Bring the boys in one by one.
Çocukları içeriye birer birer getir.
He dropped the letters into the box three by three.
Mektupları kutuya üçer üçer attı.
You can eat them one by one.
Onları birer birer yiyebilirsin.
to have a walk, to go for a walk
yürüyüş yapmak, gezinti yapmak
We will have a walk.
Yürüyüş yapacağız.
They had a walk in the park.
Parkta bir yürüyüş yaptılar.
Would you like to go for a walk along this street?
Bu cadde boyunca bir gezinti yapmak ister misiniz?
We can go for a walk if you wish.
İstersen yürüyüşe çıkabiliriz.
niyetinde olmak, kararında olmak, - cek, - cak
I am going to see him soon.
Onu yakında göreceğim (kararım öyle).
What are you going to do tonight?
Bu gece ne yapmak niyetindesin?
Where are you going to put the table?
Masayı nereye koymak niyetindesin?
umarım, inşallah
I hope it won't rain tomorrow.
Umarım (inşallah) yarın yağmur yağmaz.
I hope you'll get better soon.
İnşallah yakında iyileşirsiniz.
I hope this ship leaves
this week.
İnşallah bu vapur bu
hafta hareket eder.
devam etmek
I went on reading the story book.
Hikâye kitabını okumaya devam ettim.
Go on, I am listening.
Devam et, dinliyorum.
They went on telling the same story everywhere.
Aynı hikâyeyi her yerde söylemeye devam ettiler.
She went on talking without stopping.
Hiç durmadan konuşmaya devam etti.
on foot
yaya olarak, yürüyerek
We went there on foot.
Oraya yürüyerek gittik.
He always goes to school on foot.
O okula daima yürüyerek gider.
Did you come by bus or on foot?
Otobüsle mi yoksa yürüyerek mi geldiniz?
You can't go to the airport on foot.
Havalimanına yürüyerek gidemezsin.
27
bütün gün
He studies English all day long.
Bütün gün İngilizce çalışır.
I sat there all day long watching you.
Sizi seyrederek bütün gün orada oturdum.
The girl was alone all day long.
Kız bütün gün yalnızdı.
elden, elle
Don't post this letter. Take it to his office by hand,
Bu mektubu postalama. Onu bürosuna elden götür.
These glass plates are all painted by hand.
Bütün bu cam tabaklar elle boyanmıştır.
Don't type that letter. Write it by hand.
Şu mektubu daktiloda yazma. Elle yaz.
hand - made
elde yapılmış, el işi, el yapısı
George has a new
hand - made sweater.
George'un el yapısı
yeni bir süveteri var.
Hand - made copper
trays are expensive.
El yapısı bakır tepsiler
pahalıdır.
I prefer hand - made shoes.
Elde yapılmış ayakkabıları tercih ederim.
They sell hand - made goods at this shop.
Bu dükkânda elde yapılmış eşya satarlar.
in pencil
kurşunkalemle
Don't write in pencil. This is an official letter.
Kurşunkalemle yazma. Bu resmi bir mektup.
You can't write your composition in pencil.
Kompozisyonunu kurşunkalemle yazamazsın.
Shall I write in pencil?
Kurşunkalemle yazayım mı?
29
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun
olanını koyunuz.
made - take - have - long - get - two - from - go - on - hope - in - hand
to-by
1 Please out or I shall call the police.
2. I am from Turkey. Where do you come ?
3. Somebody has taken my umbrella mistake.
4. You can carry these chairs two by
5. Don't your coat off. You may catch cold.
6. I am listening to you. Please on.
7. This carpet was made by
8. Do you think it's going rain?
9. Shall we a walk by the river?
10. I came to school foot this morning.
11. She never writes her letters pencil.
12. It rained all day yesterday.
13. I you're not late.
14. This is a hand sweater.
all the time
sürekli, hep, devamlı olarak
He sleeps in class all the time.
Sınıfta sürekli uyur.
You are thinking of something else all the time.
Sen hep başka şeyler düşünüyorsun.
She stays at home all the time.
O her zaman evdedir. (evden hiç çıkmaz.)
to get better
iyileşmek, sağlına kavuşmak, düzelmek
I hope you'll soon get better.
İnşallah çabucak iyileşirsin.
She got better and left the hospital.
İyileşti ve hastaneden çıktı.
The weather is getting better every day.
Hava her gün biraz daha düzeliyor.
You must come with us if you get better.
İyileşirsen bizimle gelmelisin.
31
because of
yüzünden, sebebiyle, ... den dolayı
They couldn't go for a picnic because of the rain.
Yağmur yüzünden pikniğe gidemediler.
We put off the match because of the snow.
Kar yüzünden maçı erteledik.
She couldn't go to school because of her illness.
Hastalığı nedeniyle okula gidemedi.
just now
şimdi, az önce
We got off the bus just now.
Otobüsten şimdi indik.
I saw them just now.
They are coming.
Onları şimdi (az önce)
gürdüm. Geliyorlar.
It was raining just now,
so I took my umbrella.
Az önce (yağmur) yağıyordu, bu yüzden şemsiyemi aldım.
sahip olmak
I have got a book.
Bir kitabım var.
She has got three green bags.
Üç yeşil çantası var.
Have you got an aspirin?
Aspirinin var mı?
What have you got in your bag?
Çantanda neyin var?
I've got a sister and two brothers.
Bir kız, iki erkek kardeşim var.
ateş yakmak
They made a fire outside the tent.
Çadırın dışında bir ateş yaktılar.
They made a fire to boil some water.
Biraz su kaynatmak için ateş yaktılar.
She made a fire and cooked the fish.
Bir ateş yaktı ve balıkları pişirdi.
32 33
to be afraid (of)
(...den) korkmak, çekinmek
to have a talk
konuşma yapmak, görüşmek
Women are afraid of mice.
Kadınlar farelerden korkarlar.
Are you afraid of me?
Benden korkuyor musun?
I am afraid of dogs.
Köpeklerden korkarım.
What are you afraid of?
Neden korkuyorsun?
to be angry with
kızmak, darılmak
Don't be angry with me. I just wanted to help you.
Bana kızma. Sadece sana yardım etmek istedim.
Why are you angry with your son? He's only eight years old.
Oğluna niçin kızıyorsun? 0 daha sekiz yaşında.
Will you be angry with me if I go now?
Şimdi gidersem bana kızar mısın?
The teacher was angry with the students.
Öğretmen öğrencilere kızdı.
Have a talk with him about this problem.
Bu mesele hakkında onunla bir konuş.
We want to have a talk with your father.
Babanızla görüşmek istiyoruz.
We'll have a talk in the morning.
Sabahleyin konuşacağız.
if necessary
gerekirse, icabederse
I can come earlier if necessary.
Gerekirse daha erken gelebilirim.
Can you give us some more if necessary?
Gerekirse bize biraz daha verebilir misiniz?
Change the whole programme if necessary.
Gerekirse bütün programı
değiştir.
You will fly to catch
him, if necessary.
Onu yakalamak için
gerekirse uçacaksın.
34 35
to make money
para kazanmak, para yapmak
He made a lot of money in Canada.
Kanada'da çok para kazandı.
Some people go to Australia to make money.
Bazı kimseler para kazanmak için Avustralya'ya giderler.
Where did she make so much money?
Bu kadar çok parayı nerede yaptı?
Mr. Bromfield sold cotton to European countries and made a lot of
money in a very short time.
Mr. Bromfield Avrupa ülkelerine pamuk sattı ve çok kısa zamanda çok
para kazandı.
in ink
mürekkeple
You must write your letters in ink.
Mektuplarınızı mürekkeple yazmalısınız.
This form should be filled up in ink.
Bu form (kâğıt) mürekkeple doldurulacaktır.
The teacher wants the homework in ink.
Öğretmen ev ödevini mürekkeple istiyor.
What's the matter?
Ne var? Ne oluyor? Ne oldu?
What's the matter? You are so sad.
Ne oldu? Çok kederlisin.
Why is he so angry? What's the matter?
Niçin çok öfkeli? Ne oldu?
What's the matter? Aren't
you glad to have a bath?
Ne var, (ne oluyor)?
Banyo yaptığına
memnun değil misin?
to make friends
arkadaş olmak
I can't make friends easily.
Kolayca arkadaş olamam.
When she was there, she made friends with all of them.
Ordayken onların hepsiyle arkadaş oldu.
She doesn't want to make friends with us.
Bizimle arkadaş olmak istemez.
36 37
to ask for
istemek, talep etmek
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
money - of - of - a - friends - in - with - the - make - better - have
now - all - if
1. We missed the bus because you.
2. All the letters must be written ink.
3. What's matter? Can't you see the picture?
4. How is your mother? Is she getting ?
5. She talks in the classroom the time.
6. Is your father still angry you?
7. I can go and see him myself necessary.
8. I must have talk with your father.
9. It's getting cold. Shall we a fire?
10. Your friend left just
11. Some girls are afraid dogs.
12 you got a pen?
13. She can't make easily.
14. How has he made so much ?
The girl asked for a pencil.
Kız bir kalem istedi.
What did you ask for?
Ne istediniz?
I asked for your letters, but they didn't give them to me.
Mektuplarını istedim fakat onları bana vermediler.
The old woman asked for a cup of tea.
Yaşlı kadın bir fincan çay istedi.
at once
derhal, hemen
Please come here at once.
Lütfen derhal buraya gel.
Our teacher told him to go out at once.
Öğretmenimiz ona derhal dışarı çıkmasını söyledi.
You must answer my questions at once.
Sorularıma derhal cevap vermelisin.
The police caught the killer at once.
Emniyet katili derhal yakaladı.
38 39
alışık olmak
I am used to waiting for her.
Onu beklemeye alışığım.
She is used to cold weather.
0 soğuk havaya alışıktır.
They are used to studying in the library.
Kütüphanede çalışmaya alışıktırlar.
He is not used to carrying heavy things. He was a rich man's son.
Ağır şeyleri taşımaya alışık değildir. 0 zengin bir adamın oğluydu.
every other day
gün aşırı, iki günde bir
We have English lessons every other day.
Gün aşırı İngilizce derslerimiz var.
A woman comes to clean the house every other day.
Bir kadın iki günde bir evi temizlemeğe gelir.
The teacher gives us homework every other day.
Öğretmen bize gün aşırı ev ödevi verir.
to go for a picnic
pikniğe çıkmak, piknik yapmak
Let's go for a picnic tomorrow.
Haydi yarın bir pikniğe
gidelim.
All the children have
gone for a picnic.
Bütün çocuklar
pikniğe gittiler.
He likes to go for a
picnic with his wife.
Karısı ile pikniğe
çıkmayı sever.
for ever
ebediyen, ilelebet, sonsuza dek
I shall remember him for ever.
Onu ebediyen hatırlayacağım.
They will live in that small house for ever.
İlelebet o küçük evde oturacaklar.
You can't use the same old car for ever.
Aynı eski arabayı ilelebet kullanamazsın.
I will love you for ever.
Seni sonsuza dek seveceğim.
40
to catch fire
ateş almak, tutuşmak
The house caught fire.
Ev ateş aldı.
The curtains and the door caught fire.
Perdeler ve kapı tutuştu.
If you put the books near the stove, they will catch fire.
Kitapları sobanın yanına koyarsanız tutuşacaklar.
The little hut caught fire and we couldn't put it out.
Küçük kulübe tutuştu ve biz onu söndüremedik.
to look alter
bakmak, özen göstermek
She will look after our children when we are away.
Biz yokken çocuklarımıza o bakacak.
Who will look after the old man?
Yaşlı adama kim bakacak?
My mother looks after my son when we go to the cinema.
Sinemaya gittiğimiz zaman oğluma annem bakar.
The old woman looks after her grandson when his mother goes to
work in a factory.
Annesi bir fabrikada çalışmaya gittiği zaman yaşlı kadın torununa ba- 1
kar.
42
right away
derhal, hemen
He will go there right away.
Derhal oraya gidecek.
Can you come to the station right away?
Derhal istasyona gelebilir misin?
We will send you the books right away.
Kitapları size derhal göndereceğiz.
do you mind
sizce bir sakınca var mı? mahzuru var mı?
Do you mind if I open the window?
Pencereyi açmamda sizce sakınca var mı?
Do you mind standing up? I hate to see people
sitting on my bed.
Ayağa kalkmanızda bir sakınca
var mı? (Lütfen ayağa
kalkar mısınız?) İnsanların
yatağımda oturmalarından
nefret ederim.
to fall asleep
uyumak, uykuya dalmak
The baby cried for a long time, and then fell asleep.
Bebek uzun bir süre ağladı ve sonra uykuya daldı.
The farmer lay on the grass and fell asleep.
Çiftçi ot üstünde yattı ve uyudu.
If you wait in this hot room, you will fall asleep.
Bu sıcak odada beklersen uykuya dalarsın.
The old woman fell asleep while watching television.
Yaşlı kadın televizyon seyrederken uyudu.
to shut up
sesini kesmek, susmak
right here (then, now)
tam burada (o zaman, şimdi)
You can't use your
handkerchief right
now.
Tam şimdi mendilini
kullanamazsın.
She was right here.
Tam buradaydı.
I will give him the letter right now.
Ona mektubu tam (hemen) şimdi vereceğim.
to take a picture (photo)
resim çekmek, fotoğraf çekmek
It is rude to say "shut up!" but it isn't an insult.
"Sus!" demek kabadır fakat bir hakaret değildir.
Shut up, boys. Your father is sleeping.
Susun çocuklar. Babanız uyuyor.
Will you shut up, please? I am reading.
Lütfen susar mısınız? Okuyorum.
Tell her to shut up.
Söyle ona, sesini kessin.
All the tourists are taking pictures. (photos)
Bütün turistler resim çekiyorlar.
Can you take good pictures?
İyi resim çekebilir misin?
He likes to take his children's pictures.
Çocuklarının resmini çekmekten hoşlanır.
AA
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
picnic - to - after - for - every - once - if - for - fall - catch - up right -
away - take
1. He doesn't go to work every day. He goes to work
day.
2. Do you sometimes asleep at the cinema?
3. shut I can't hear the music.
4. The man was killed here.
5. Can I a picture of your daughter?
6. You must go to school right
7. Who will look the children if you go now?
8. I shall live in this town ever.
9. Be careful! Your newspaper will fire.
10. She is not used cold weather.
11. Do you mind I open the windows?
12. We are going for a tomorrow.
13. You must answer me at
14. She is asking your help.
other
to take a look at
bakmak, bir bakıvermek
Take a look at my new books.
Yeni kitaplarıma bir bak.
We wanted to take o look at the new cars.
Yeni otomobillere bakmak istedik.
Let us take a look at their flowers.
Onların çiçeklerine bir bakalım.
My wife wanted to take a look at your green dress.
Karım sizin yeşil elbisenize bir bakmak istedi.
to take place
vuku bulmak, olmak
When did the accident take place?
Kaza ne zaman oldu?
The meeting will take place at nine o'clock in the morning.
Toplantı sabahleyin saat dokuzda olacak.
Where did the fight take place?
Kavga nerede oldu?
The accident took place when we were walking down the street.
Kaza biz caddeden aşağı yürürken oldu.
46
to turn off
(ışık, musluk, radyo v.b.) kapamak el sıkmak, el sıkışmak
Turn off the radio.
Radyoyu kapa.
You must turn off the light before you go to bed.
Yatmadan önce lambayı, kapamalısınız.
Who forgot to turn
off the tap?
Musluğu kapamayı
kim unuttu?
to turn on
(ışık, musluk, radyo v.b.) açmak
The two friends shook hands.
İki arkadaş el sıkıştılar.
I don't like shaking hands.
El sıkmayı sevmem.
When you meet your friends you shake hands.
Arkadaşlarınızla karşılaşınca el sıkışırsınız.
Some people don't like shaking hands.
Bazı kimseler el sıkmayı sevmezler.
to make room for
yer açmak
I will turn on the light.
Işığı, yakacağım (açacağım).
Please turn on the tap.
Lütfen musluğu açınız.
Who turned on the radio?
Radyoyu kim açtı?
Can you make room for me on this sofa?
Bu divanda bana yer açabilir misiniz?
We can't make room for you because the car is too crowded.
Sana yer açamayız, çünkü otomobil çok kalabalık.
Please make room for the newcomers.
Lütfen yeni gelenler için yer açınız.
Make room for your friends.
Arkadaşlarınıza yer açın.
49
şimdilik, şu anda
At present we have no free rooms.
Şu anda hiç boş odamız yok.
The weather is fine at present.
Hava şimdilik güzel.
The baby isn't crying at present.
Bebek şimdilik ağlamıyor.
to take a seat
bir yere (bir oturma yerine) oturmak
He always takes a seat
opposite somebody.
O daima bir kimsenin
karşısında oturur.
I took a seat near the driver.
Şoföre yakın bir yere oturdum.
She opened the door of the compartment and took a seat by the
window.
Kompartımanın kapısını açtı ve pencerenin yanında bir yere oturdu.
to take care of
bakmak, ilgilenmek, alâkadar olmak
I will take care of your children.
Çocuklarınıza bakacağım.
She can take care of your baby when you go shopping.
Siz alışverişe gittiğiniz zaman bebeğinize bakabilir.
Your mother is sick, you must take care of her.
Annen hastadır, ona bakmalısın.
Who is going to take care of the baby when you are away?
Siz yokken bebeğe kim bakacak?
kaçmak
The boy ran away from school.
Çocuk okuldan kaçtı.
The thief took all my money and ran away.
Hırsız bütün paramı aldı ve kaçtı.
Have you seen my son? He ran away from home this morning taking
his mother's jewels.
Oğlumu gördün mü? Annesinin mücevherlerini alarak bu sabah evden
kaçtı.
50 51
to fall in love with
(birisine) aşık olmak
I fell in love with that girl.
Şu kıza âşık oldum.
Peter fell in love with Mary when he was nineteen years old.
Peter on dokuz yaşındayken Mary'ye âşık oldu.
Robert falls in love with beautiful girls as soon as he sees them.
Robert güzel kızlara, onları görür görmez âşık olur.
His son fell in love with an old woman.
Onun oğlu yaşlı bir kadına aşık oldu.
more or less
aşağı yukarı
to get used to
alışmak
They will soon get used to the climate
Yakında, hemen iklime
alışacaklar.
You will get used to
cold weather.
Soğuk havaya alışacaksınız.
Henry can't get used to our food.
Henry bizim yiyeceğimize alışamaz.
by night (by day)
geceleyin, geceleri (gündüzleri)
It is a three - hour journey more or less.
Aşağı yukarı üç saatlik bir yolculuktur.
He is more or less the same age as you.
Aşağı yukarı sizinle aynı yaştadır.
I answered half of the questions more or less.
Aşağı yukarı soruların yarısına cevap verdim.
He gets more or less 3000 dollars a month.
Aşağı yukarı ayda 30000 dolar alır.
We travelled by day and spent the nights in hotels.
Gündüzleri yolculuk ettik, geceleri otellerde geçirdik.
She likes travelling by night.
O geceleyin yolculuk etmeyi sever.
He works by day.
O gündüzleri çalışır.
52 53
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
to - in - of - take - take - look - by - with - less - away - on - room -
off-at
1. Do not stand up. Please a seat.
2. Two killers ran from prison this morning.
3. What time did the accident place?
4. I want to sit down. Can you make for me too?
5. He works night.
6. Don't turn the radio. I want to read my book.
7. Who is the new director present?
8. The meal isn't ready because somebody turned the gas.
9. You'll get more or 50000 liras.
10. I have fallen love with that girl.
11. Shake hands the guests when they arrive.
12. I can't get used these new hats.
13. Who will take care the children when you go away?
14. May I take a at your new dress?
from time to time
zaman zaman, arada sırada
We play tennis from time to time.
Zaman zaman tenis oynarız.
From time to time he
comes to see us.
Arada sırada bizi görmeye
gelir.
From time to time he
catches a fish.
Arada sırada bir balık
yakalar.
to catch an illness
bir hastalığa yakalanmak, hastalanmak
She caught one illness after another.
Birbiri arkasına hastalıklara yakalandı.
Children catch this illness at school.
Çocuklar bu hastalığa okulda yakalanırlar.
Don't catch an illness waiting for your girl friend.
Kız arkadaşını bekleyerek hastalanma.
54 55
to get to (a place)
bir yere vasıl olmak, varmak
I think we will get there at six o'clock.
Sanırım saat altıda oraya varacağız.
Our bus got to Ankara at eight o'clock.
Otobüsümüz Ankara'ya saat sekizde vardı.
When did they get there?
Oraya ne zaman vardılar?
in a hurry
aceleyle, acele, telaş içinde
I ran to the door a hurry.
Aceleyle kapıya koştum.
Mary cooked the meal in a hurry and went to the station.
Mary yemeği aceleyle pişirdi ve istasyona gitti.
The girl wrote the letter in a hurry.
Kız mektubu aceleyle yazdı.
She left the house in a hurry.
Evi telaş içinde terk etti.
to take part in
iştirak etmek, katılmak
He didn't take part in the quarrel.
Kavgaya iştirak etmedi.
She was at home so she couldn't take part in the meeting.
Evdeydi, bu sebepten toplantıya katılmadı.
I don't want to take part in this conversation.
Bu konuşmaya katılmak istemem.
oh dear!
aman Allahım, aman Yarabbi!
Oh dear! I've forgotten my key.
Aman Allahım! Anahtarımı unutmuşum.
Oh dear! It's raining again.
Aman Allahım! Yine
yağmur yağıyor.
Oh dear! The days
are getting shorter.
Aman Yarabbi! Günler
kısalıyor.
56
to be tired of
bıkmak, gına getirmek, canına tak demek
that's why
bu yüzden, bu sebepten
He is tired of doing the same work for years.
Yıllardır aynı işi yapmaktan bıktı.
We are tired of the old films on TV.
Televizyondaki eski filmlerden bıktık.
He seems to be tired
of his wife.
Karısından bıkmış
gibi görünüyor.
to get ill (well, tired, wet)
hasta (iyi, yorgun, ıslak vs.) olmak
I got ill last week.
Geçen hafta hastalandım.
You will get well.
İyileşeceksin.
I get tired if go on foot.
Yayan gidersem yorulurum.
The hat got wet.
Şapka ıslandı.
58
He was late this morning. That's why he will stay in after school.
Bu sabah geç kaldı. Bu yüzden okuldan sonra (okulda) kalacak.
I can't see him tomorrow. That's why I ask you to see him.
Onu yarın göremem. Bu sebepten onu görmenizi istiyorum.
She isn't here yet. That's why we can't begin.
Henüz burada değil. Bu sebepten başlayamayız.
in general
genellikle
In general, people prefer cheap things to expensive ones.
Genellikle insanlar ucuz şeyleri pahalılarına tercih eder.
Englishmen, in general, can't learn foreign languages.
İngilizler genellikle yabancı diller öğrenemezler.
In general tourists want inexpensive but clean hotel's and good
service.
Genellikle turistler pahalı olmayan fakat temiz oteller ve iyi servis isterler.
In general fathers are right.
Genellikle babalar haklıdır.
59
to go shopping
alışverişe gitmek
to give up
vazgeçmek, bırakmak
When do you go shopping?
Alışverişe ne zaman gidersiniz?
My mother went shopping.
Annem alışverişe gitti.
Some people don't like going shopping.
Bazı kimseler alışverişe gitmeyi sevmezler.
I don't like going shopping with them because they spend two hours
buying a tie.
Onlarla alışverişe gitmeyi sevmem, çünkü bir kravat almak için iki saat
harcarlar.
upside down
bas asası
The picture is upside down on the wall.
Resim duvarda baş aşağıdır.
The bus was upside down in the field.
Otobüs tarlada baş aşağıydı.
Why did you put the vase upside down?
Vazoyu niçin baş aşağı koydun?
Why are you holding the paper upside down?
Gazeteyi niçin baş aşağı tutuyorsun?
The old man gave up drinking beer.
Yaşlı adam bira içmekten vazgeçti.
She will give up going to tea parties.
Çay partilerine gitmekten
vazgeçecek.
You must give up trying
to take a photo of her.
Onun resmini çekmekten
vazgeçmelisin.
to get away
kaçmak, uzaklaşmak
How did he get away from prison?
Hapishaneden nasıl kaçtı?
They locked the door but he got away.
Kapıyı kilitlediler, fakat o kaçtı.
We want to get away from this dirty city.
Bu pis şehirden uzaklaşmak istiyoruz.
Some children got away from school.
Bazı çocuklar okuldan kaçtı.
61
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
dear - go - time - part - a - catch - of - to - get - why - tired - up -
down - in
1. They ran to the station in hurry.
2. How did you away from school?
3. I shall give smoking next week.
4. Will you take in our new play?
5. I want to help you. That's I am here.
6. I don't like modern music general.
7. You get angry from to time.
8. Don't turn the box upside
9. How can I get the new hospital?
10. Can I shopping with you?
11. If you work so hard you'll get
12. She is tired living in a village.
13. If you get this bus, you can get to the station.
14. You can't get The bus doesn't stop here.
daha, artık, başkaca, hiç
He has no more money left.
Artık hiç parası yok.
We have no more books to give you.
Size verecek başka kitabımız kalmadı.
There is no more sugar left in the house.
Evde hiç şeker kalmamış.
one after another (one after the other)
birbirinin peşinden, arka arkaya
She washed the glasses one after another.
Bardakları arka arkaya yıkadı.
The children entered the school one after another.
Çocuklar birbirinin peşinden okula girdiler.
The fishes learnt to swim
one after another.
Balıklar birbirinin peşinden
yüzmeyi öğrendiler.
fi?
to be about to
üzere olmak
The train is about to leave the station.
Tren istasyonu terk etmek üzeredir.
It was about to rain, so I took my raincoat
Yağmur yağmak üzere idi,
bu yüzden yağmurluğumu
aldım.
You are about to
hear good news.
İyi bir haber duymak
üzeresin.
on one's way (to)
bir yere giderken, oraya giderken
She met her friends on her way to school.
Okula giderken arkadaşlarına rastladı.
Is there a post office on your way to the office?
Daireye giderken (yolunun üzerinde) bir postane var mı?
I always do my shopping on my way home.
Alışverişimi daima eve gelirken yaparım.
to fall ill
hastalanmak, hastalığa yakalanmak
Last week he fell ill.
Geçen hafta hastalandı.
Many people fall ill in winter.
Birçok kişi kışın hastalanır.
I hope you won't fall ill during your holiday.
İnşallah tatilinde hastalanmazsın.
The football team was not successful because two of his best players
fell ill.
Futbol takımı başarılı olmadı, çünkü en iyi oyuncularının ikisi hastalandı.
to send for
çağırmak, haber salmak
The patient is getting worse, send for the doctor.
Hasta fenalaşıyor, doktoru çağrın.
The children are fighting, send for the headmaster.
Çocuklar dövüşüyorlar, müdüre haber verin.
Did you send for the milkman for some more milk?
Biraz daha süt için sütçüye haber gönderdin mi?
64
It's time (to )
(.....me) vaktidir
on business
iş sebebiyle, iş için, görevle
We can't stay any longer. It's time to go.
Daha fazla kalamayız. Gitme zamanıdır.
It's five o'clock. Isn't it time to have tea?
Saat beştir. Çay içme zamanı değil mi?
We had a very long break. It's time to work.
Çok uzun teneffüs yaptık. Çalışma vaktidir.
to think of
düşünmek, aklından geçirmek
What do you think of
this man?
Bu adam hakkında
ne düşünüyorsun?
I am thinking of you.
Seni düşünüyorum.
The old man was thinking of the days of his childhood.
Yaşlı adam çocukluk günlerini düşünüyordu.
The gentlemen are here on business.
Beyler iş için buradadırlar.
He went to Paris on business.
Paris'e iş için gitti.
He is away in Samsun on business.
Samsun'da iş gereği bulunuyor.
Have you come to see me on business?
Beni iş icabı mı görmeye geldiniz?
by accident
kazara, istemeyerek, yanlışlıkla
She fell down the stairs by accident.
Kazara merdivenlerden düştü.
She broke the vase by accident.
Vazoyu kazara kırdı.
He kicked the goal keeper by accident.
Kazara kaleciye tekme vurdu.
I took your bag by accident.
Çantanızı yanlışlıkla aldım.
just a minute
bir dakika, bir saniye (lütfen)
at least
en az, en aşağı
Just a minute. I'll bring your hat.
Bir dakika (bir dakika müsaade) şapkanızı getireceğim.
Just a minute. Don't put it there.
Bir dakika. Onu oraya koymayın.
Can I speak to you just a minute?
Sizinle bir dakika konuşabilir miyim?
Just a minute. I think there is a car coming.
Bir dakika. Galiba gelen bir araba (otomobil) var.
why not?
niçin, neden olmasın, niçin olmuyormuş?
You can't go now. (Why not?)
Şimdi gidemezsin. (Niçin gidemez mişim?)
Why not write him a letter?
Niçin ona bir mektup yazmıyorsunuz?
Won't you bring your wife? (Why not?)
Karını getirmez misin? (Neden olmasın?)
Why not bring your friends to the party?
Arkadaşlarınızı ziyafete niye getirmeyesiniz?
You must read at least ten pages every day.
Her gün en aşağı on sayfa okumalısınız.
She waited for you at least two hours.
Seni en aşağı iki saat bekledi.
I must sleep at least eight hours.
En aşağı sekiz saat uyutmalıyım.
He gets at least one
apple every year.
Her yıl en az bir
elma alır.
to take an examination
sınava girmek, imtihan olmak
They'll take the examination in June.
Sınava haziranda girecekler.
I'll take an examination in history next week.
Haftaya tarihten sınava gireceğim.
He took an examination but he couldn't pass.
Sınava girdi, fakat geçemedi.
now and then
arada bir
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
of - fell - to - by - after - for - take - more - at - time - way - just on -
why
1. Has anybody send the doctor?
2. It's to have a rest.
3 a minute. The director is coming.
4. Did you an examination in history?
5. I have no books to give anybody.
6. The train is about arrive.
7. You'll see many small villages on your to Ankara.
8. Are you in İstanbul business?
9. The sheep died one another.
10 not go to the theatre instead?
11. She ill last week.
12. You must give me least 1.000.000 liras.
13. Who are you thinking ?
14. I found your suitcase accident.
We like going to the theatre now and then.
Arada bir tiyatroya gitmeyi severiz.
She doesn't come to our house, but I see her in the library now
and then.
O bizim evimize gelmez, fakat ben onu arada bir kütüphanede görürüm.
Smith writes stories now and then.
Smith arada bir hikâyeler yazar. *
to make use of
kullanmak, istifade etmek, yararlanmak
You can make use of my office.
Büromdan yararlanabilirsiniz.
She made use of my typewriter.
Benim daktilomdan yararlandı.
When the brakes are out
of order, I make use of trees.
Frenler bozulunca ağaçlardan
yararlanırım.
to leave for
bir yere doğru yola çıkmak, - e gitmek
The train is leaving for Ankara now.
Tren şimdi Ankara'ya gidiyor.
The plane couldn't leave for Rome because of the heavy rain.
Şiddetli yağmur yüzünden uçak Roma'ya hareket edemedi.
We are leaving for the motel or. Sunday.
Pazar günü motele gidiyoruz.
The tourists left for Antalya.
Turistler Antalya'ya hareket ettiler.
what about ...?
ne haber? hususunda ne dersiniz?
Ten of the students came, but what about the others?
Öğrencilerden onu geldi, fakat diğerlerinden ne haber?
The tyres are old. What about buying new ones?
Oto lastikleri eski. Yenilerini almaya ne dersin?
What about the new furniture? You promised to buy it in September.
Yeni mobilyadan ne haber? Onu eylülde satın almaya söz vermiştin.
artık, daha uzun süre
He doesn't write to me any longer.
Artık bana (mektup) yazmıyor.
She doesn't smoke any longer.
Artık sigara içmiyor.
They don't come to our house any longer.
Artık onlar bizim
eve gelmiyor.
I can't live here
any longer.
Artık burada oturamam.
see you later
sonra görüşürüz, şimdilik hoşça kal
I'll see you later. God-bye now.
Sonra görüşürüz. Şimdilik Allahaısmarladık.
I'll see you later. I'm in a hurry.
Sonra görüşürüz. Acelem var.
I must go now. See you later.
Şimdi gitmem lazım. Sonra görüşürüz.
it's very good (kind) of you
çok iyisiniz, çok naziksiniz
It's very kind of you to meet me here.
Beni burada karşılamakla çok naziksiniz.
It's very good of you to visit me.
Beni ziyaret etmekle çok iyisiniz.
It was very kind of you to help the new neighbours.
Yeni komşulara yardım etmekle çok naziksiniz.
yüz yüze, karşı karşıya
I want to talk with him face to face.
Onunla yüz yüze konuşmak istiyorum.
The thief came face to
face with the police.
Hırsız polislerle yüz yüze
geldi.
You should discuss
your problem with your
wife face to face.
Probleminizi eşinizle yüz
yüze tartışmalısınız.
Let (me, her, him...)
(bana, ona...) izin verin, müsaade edin, bırakın
Let me help you with your coat.
Müsaade edin paltonuzu tutayım.
Let her play in the garden.
Bırak bahçede oynasın.
Let him come with you.
Bırakın sizinle gelsin.
Let them show you what they brought.
Getirdiklerini size göstermelerine izin verin.
ziyanı yok, zararı yok
You can come late tomorrow. It'll be all right.
Yarın geç gelebilirsin. Ziyanı yok.
She can go out tonight. It'll be all right.
Bu gece sokağa çıkabilir. Ziyanı yok (bir sakınca yok.)
He can write whatever he wants to. It'll be ell right.
Her ne istiyorsa yazabilir. Ziyanı yok.
as soon as possible
mümkün olduğu kadar çabuk
mm
Please answer my letter as soon as possible.
Lütfen mektubuma mümkün olduğu kadar çabuk cevap ver.
I will send the packets as soon as possible.
Paketleri mümkün olduğu kadar çabuk göndereceğim.
I will bring your breakfast
as soon as possible.
Kahvaltını mümkün olduğu
kadar çabuk getireceğim.
to go with
...ile gitmek, uymak
A green hat goes well with a brown suit.
Yeşil bir şapka kahverengi elbiseyle iyi gider.
White goes well with other colours for most women.
Ekseri kadınlar için beyaz diğer renklerle iyi gider.
Sports shoes don't go with a dark suit.
Spor ayakkabılar koyu bir elbiseyle gitmez.
in other words
başka bir tabirle, başka bir deyimle
You only got 4 in your exam. In other words, you have failed again.
Sınavda sadece 4 aldın. Başka bir deyimle tekrar sınıfta kaldın.
He lives below the ground floor, in other words, in the basement.
O zemin katın altında oturur, başka bir deyişle bodrumda.
day by day
günden güne
The patient is getting better day by day.
Hasta günden güne iyileşiyor.
The traffic is getting worse day by day.
Trafik her gün biraz daha
bozuluyor.
She is getting uglier
and fatter day by day.
Günden güne çirkinleşiyor
ve şişmanlıyor.
to break down
bozulmak
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
let - of - of - see - all - as - and - day - with - any - words - what face
for
1. Please bring my books as soon possible.
2. in other you have failed your class.
3. She comes here now then.
4 about your son? Isn't he coming with us?
5. It's getting warmer day by
6. How can I make use this dictionary?
7. It's very kind you to bring me a present.
8. You must talk about this with the director to face.
9. They have just left the park.
10. You're not my friend longer.
11. it'll be right. I can do it myself.
12 me tell you the whole truth.
13. Your shirt doesn't go your tie.
14. Good bye now you later.
The bus broke down at Pendik.
Otobüs Pendik'te bozuldu.
Your car will break down if you don't put water.
Su koymazsanız otomobiliniz bozulur.
The electric pump broke down and we had to carry water.
Elektrikli pompa bozuldu ve su taşımak zorunda kaldık.
geri gelmek, dönmek
Don't worry. Your son will be back soon.
Merak etme. Oğlun neredeyse döner.
What time will you be
back?
Saat kaçta döneceksin?
Don't go anywhere! I'll
be back in a minute.
Bir yere gitme! Bîr dakikaya
kadar döneceğim.
\
78
by the side of
yanında, yanı başında, yakınında
The house is by the side of the river.
Ev nehrin yanı başındadır.
She walked by the side of her mother.
Annesinin yanında yürüdü.
They live by the side of the lake.
Gölün yanı başında oturuyorlar.
to believe in
inanmak, itikat etmek
to grow old
yaşlanmak, ihtiyarlamak
When she grew old, she couldn't see very well.
Yaşlanınca çok iyi göremedi.
When he grew old, he lived with his children.
Yaşlanınca çocuklarıyla birlikte oturdu.
He'll stop sucking his
finger when he grows old.
Büyüyünce parmağını
emmeyi bırakacak.
as a rule
genellikle
Do you believe in fairy tales?
Peri masallarına inanır mısınız?
Of course, they believe in God.
Kuşkusuz Allaha inanırlar.
Some people believe in ghosts.
Bazı kimseler hayaletlere inanırlar.
I believe in your ability, but you can't learn English in two months.
Yeteneğine inanırım, fakat iki ayda İngilizce öğrenemezsin.
As a rule I type letters, but now I'm writing to you by hand.
Genellikle mektupları daktiloda yazarım, fakat şimdi sana elle yazıyorum.
We have lunch at the canteen as a rule because it's cheaper.
Genellikle öğle yemeğini kantinde yeriz çünkü daha ucuzdur.
We go to the seaside as a rule in summer.
Yazın genellikle deniz kenarına gideriz.
81
on the whole
genel olarak, her şey dikkate alınırsa
On the whole, he is a reliable man.
Genel olarak güvenilir bir adamdır.
On the whole, the report was correct.
Genel olarak rapor doğruydu.
He is clever on the whole, but he makes mistakes.
Genel olarak akıllıdır, fakat hatalar yapar.
yan yana
All the cars were parked side by side.
Bütün arabalar yan yana park edilmişti.
Side by side they ran towards the enemy.
Yana yana düşmana doğru koştular.
Almost all the horses
ran side by side.
Hemen hemen bütün atlar
yan yana koştular.
to make way
yol açmak, yol vermek
They made way for the old man.
Yaşlı adama yol açtılar.
Please make way. I am late.
Lütfen, yol verin. Geç kaldım.
Don't stand there. Make way for other people.
Orada durmayın. Diğer insanlara yol açın.
Can you make way for me?
Bana yol verebilir misiniz?
out of order
bozuk, çalışamaz durumda
The lift is out of order.
Asansör bozuktur.
Was the telephone out of order?
Telefon bozuk muydu?
Our bell is out of order.
Zilimiz bozuktur.
My stomach is out of order. I can't eat anything with you now.
Midem bozuk. Şimdi sizinle bir şey yiyemem.
82 83
to go bad
bozulmak, çürümek
the other day
geçen gün, geçenlerde
In warm weather milk goes bad quickly.
Sıcak havada süt çabuk bozulur.
Food in a refrigerator does not go bad.
Soğutucuda yiyecek bozulmaz.
This meat has gone bad. We can't eat it.
Bu et bozulmuş. Onu yiyemeyiz.
to find out
bulmak, keşfetmek, öğrenmek
I will find out the truth soon.
Gerçeği yakında öğreneceğim.
She couldn't find out his name.
Onun ismini bulamadı.
The man will find out the time of the next lesson.
Adam, gelecek dersin vaktini öğrenecek.
He will leave her when he finds out that she is older than his mother.
Onun annesinden büyük olduğunu öğrenince onu bırakacak.
I ran into my old friend Bill the other day.
Geçenlerde eski arkadaşım Bill'e rastladım.
We were there the other day.
Geçenlerde oradaydık.
The other day you told me
that I was the most
beautiful girl in the world.
Geçen gün benim
dünyada en güzel kız
olduğumu söyledin.
here and there
şurada burada
There were books here and there on the floor.
Döşemenin üstünde şurada burada kitaplar vardı.
There are black clouds here and there.
Şurada burada tek tük siyah bulutlar var.
There were chairs here and there in the garden.
Bahçede şurada burada iskemleler vardı.
84 85
to be in love (with)
(birisine) âşık olmak
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
out - on - down - make - bad - there - out - be - of - a - the - in - old •
by
1. Please way for the director.
2. What time will they back?
3. We don't go out at night as rule.
4. Do you believe fairy stories?
5. They have a new house by the side the mountain.
6. They were sitting on the bench side side.
7. What will she do when she grows ?
8. Did your car break again?
9. The book was interesting the whole.
10. There were small lakes here and
11. The telephone is of order.
12. I met her on the street other day.
13. Did you find your mistake?
14. This meat will go if you don't cook it soon.
He is in love with Mary.
O Mary'ye âşıktır.
Last year she was in love with Tom.
Geçen yıl o Tom'a âşıktı.
We're not in love with
each other. We're married.
Biz birbirimize âşık
değiliz. Biz evliyiz.
over there
orada, o tarafta, o tarafa
Do you see the man over there?
Oradaki adamı görüyor musun?
The new building is over there.
Yeni bina o taraftadır.
They put the baskets over there.
Sepetleri o tarafa koydular.
86 87
as soon as
(yap)ar (yap)maz, olur olmaz
by the pound (kilo, metre, litre ...)
paund'la (kiloyla, metreyle, litreyle...)
As soon as I sow the man I shut the door.
Adamı görür görmez kapıyı kapattım.
Send me a card as soon as you get there.
Oraya varır varmaz bana bir kart gönder.
She opened the door as soon as she saw me.
Beni görür görmez kapıyı açtı.
I shall come back as soon as possible.
Mümkün olduğu kadar çabuk döneceğim.
to look out
dikkatli olmak, dikkat etmek
Look out! A truck is coming.
Dikkat et! Bir kamyon geliyor.
I told them to look out as they were getting off the bus.
Otobüsten inerlerken dikkatli olmalarını söyledim.
You must look out when you cross the street.
Caddenin öbür tarafına geçerken dikkatli olmalısınız.
Look out! You will break the vase.
Dikkat et! Vazoyu kıracaksın.
We buy sugar by the kilo.
Şekeri kiloyla satın alırız.
Cloth is sold by the metre.
Kumaş metreyle satılır.
Is milk sold by the litre?
Süt litreyle mi satılır?
to give one's word
söz vermek
I give you my word,
I will never come home
late again.
Sana söz veriyorum, eve
bir daha geç
gelmeyeceğim.
He gave his word, so I am depending on him.
Söz verdi, bu sebepten ona güveniyorum.
I can't give you my word, because I'm not sure.
Sana söz veremem, çünkü emin değilim.
88 89
... e gore
to do without, to go without
... siz yapmak, yokluğuna katlanmak
According to the newspaper it will rain today.
Gazeteye göre bugün yağmur yağacak.
She is not guilty according to the jury.
Juriye göre o suçlu değildir.
According to the science
of medicine, you are
a dead man.
Tıp ilmine göre, siz ölü
bir adamsınız.
for nothing
bedava, karşılığını vermeden, parasız
You can't get anything for nothing.
Bedava hiçbir şey elde edemezsiniz.
They gave us those books for nothing.
Şu kitapları bize bedava verdiler.
He stays at our house for nothing.
Evimizde bedavaya oturuyor.
She travelled for nothing.
Bedava yolculuk etti.
We can do without butter, but we can't do without bread.
Tereyağı yokluğuna katlanabiliriz, fakat ekmeksiz yapamayız.
In the war some people had to do without sugar.
Savaşta bazı insanlar şeker yokluğuna katlanmak zorunda kaldılar.
The prisoner went without food for two days.
Mahpus iki gün gıdasızlığa katlandı.
durdurmak, son vermek
We must put a stop to his rudeness.
Onun terbiyesizliğine bir son vermeliyiz.
The referee put a stop to the boxing match.
Hakem boks maçını durdurdu.
You must put a stop to your laziness.
Tembelliğinize son vermelisiniz.
They must put a stop to making a noise in the streets after every
match.
Her maçtan sonra sokaklarda gürültü yapmaya bir son vermeliler.
90 91
straight on
dosdoğru, sapmadan
He drove straight on till
he came to the wood.
Ormana gelinceye kadar
dosdoğru (arabayı) sürdü.
Go straight on for a mile and then take the second turning to the
right.
Dosdoğru bir mil git ve sonra sağda ikinci dönemeci takip et.
If you walk straight on, you will see them.
Dosdoğru yürürsen onları göreceksin.
to run over
üstünden geçmek, ezmek, çiğnemek
We ran over a cat just outside the town.
Şehrin tam dışında bir kediyi çiğnedik.
Be careful, you'll run over the flowers.
Dikkatli ol, çiçekleri ezeceksin.
Many drivers run over rabbits at night on purpose.
Birçok şoför geceleyin kasten tavşan çiğnerler.
about the same
hemen hemen aynı
The population of France and Italy are about the same.
Fransa ve İtalya'nın nüfusu aşağı yukarı aynıdır.
The prices in these two hotels are about the same.
Bu iki oteldeki fiyatlar aşağı yukarı aynıdır.
Their ages are about the same.
Onların yaşları hemen hemen aynıdır.
to pay a call, to pay a visit
ziyaret etmek, uğramak
We paid six visits on the first day of the Bayram holiday.
Bayram tatilinin ilk gününde altı ziyaret yaptık.
He paid a call here last week.
Geçen hafta buraya
uğradı.
Your mother is paying
a visit.
Annen ziyaret ediyor.
92 93
uzakta
ALIŞTIRMALAR
Bu cümlelerde boş bırakılan yerlere aşağıdaki sözcüklerden uygun olanını
koyunuz.
about - word - stop - as - do - on -in - over - pay - over - to - out - the
-for
1. If you walk straight you'll see the hospital.
2. The train ran a sheep.
3. Are you still love with that actress?
4. According the radio, it isn't going to rain tomorrow.
5. I give you my to be near you all the time.
6. Do they sell oranges by pound?
7. Look There's a car coming.
8. He worked at this school nothing.
9. Shall we a call to our old teacher?
10. As soon you get this letter, please send me some money.
11. Their new house is there.
12. Your car is the same as mine.
13. Will you please put a to this nonsense!
14. I can't give you any more money. You'll have to without it.
China is far away. It's hard to get news.
Çin uzaktadır. Haber almak güçtür.
Is your house far away from here?
Eviniz buradan uzak mıdır?
The new school isn't far away.
Yeni okul uzak değildir.
to get married
evlenmek
She'll stop working when she gets married.
Evlenince çalışmayı bırakacak.
Ahmet and Ayşe will get married soon.
Ahmet'le Ayşe yakında evlenecekler.
Our teacher got married last month.
Öğretmenimiz geçen
ay evlendi.
They have just
got married.
Henüz evlendiler.
94
95
to be on fire
yanıyor olmak, yanmak
The house is on fire! Call for help!
Ev yanıyor! İmdat iste!
The cinema was on fire but the people left quietly.
Sinema yanıyordu ama halk sessizce terk etti.
Your coat is on fire.
Ceketiniz tutuşmuş.
The forest is on fire. Let's help them.
Orman yanıyor. Onlara yardım edelim.
to like... better
daha fazla sevmek, tercih etmek
I like oranges better.
Portakalları daha çok severim.
She likes American cars better than German cars.
Alman arabalarından çok Amerikan arabalarını sever (tercih eder).
Which do you like better, pop music or classical music?
Hangisini daha çok seversin, pop müziği mi yoksa klasik müziği mi?
I like Turkish food better than German food.
Türk yemeklerini Alman yemeklerinden daha çok severim.
96
What are all the configurable variables for my BritePic HTML?
15 Aralık 2010 Çarşamba
FONO İNGİLİZCE DEYİMLER SÖZLÜĞÜ
Etiketler:
DEYİM,
FONO,
FONO İNGİLİZCE,
İNGİLİZCE,
İNGİLİZCE DEYİM,
SÖZLÜK
Gönderen
derscalisalim
zaman:
Çarşamba, Aralık 15, 2010
11 Aralık 2010 Cumartesi
LİSE 1 KÜMELER TESTİ
Etiketler:
KÜMELER,
KÜMELER TESTİ,
matematik,
MATEMATİK TESTİ,
TEST
Gönderen
derscalisalim
zaman:
Cumartesi, Aralık 11, 2010
4 Aralık 2010 Cumartesi
CANLI TV İZLE
Etiketler:
CANLI,
İZLE,
İZLEMEK,
TELEVİZYON,
TV,
YAYIN,
YAYIN AKIŞI
Gönderen
derscalisalim
zaman:
Cumartesi, Aralık 04, 2010
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)